vesvese etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
vesvese etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Nisan 2022 Cuma

Şikayetlenme kültürü 290422:

Bir şikayetlenme kültürü oluşmuş gibi!
Zira şikayetlenecek bir hali olmayanlar da şikayet eder durumda gibi veya öyle yansıtılıyor!
...
Bakıyorsunuz;
-Zengini şikayetleniyor,
-Fakiri şikayetleniyor,
-Muhtaç olan şikayetleniyor,
-Muhtaç olmayan şikayetleniyor,
-Tüccar şikayetleniyor,
-Sanayici şikayetleniyor,
-Çiftçi şikayetleniyor,
-Emekli şikayetleniyor,
-Siyasetçi şikayetleniyor,
-Bürokrat şikayetleniyor,
-İşçi, memur, esnaf şikayetleniyor,
-Çalışmayan, iş beğenmeyen şikayetleniyor,
-Ev kadını, öğrenci, öğretmen şikayetleniyor,
...
-Şikayetlenen de şikayetinden şikayetleniyor!!!
...
Galiba siyasi veya psikolojik algılarla;
- bir şikayetlenme kültürü oluşturulmak,
- şükür ve kanaat unutturulmak,
isteniyor!
...
Dikkat etmek, farkında olmak ve tedbir almak gerekiyor!
...
Ömrümüzü şikayetlenerek harcamayalım, şikayetlenerek kendimizin ve çevremizdekilerin ruh halini olumsuz etkilemeyelim, gerçekten şikayetleneceğimiz konulara (!) davetiye çıkarmayalım!
...
Misal, insan bir işin ucundan tutup, ona yoğunlaşınca dahi gündemi değişmekte, şikayetlenmesi bitmektedir!
...
Sosyal hastalıklar;
-sürekli şikayetlenme,
-şükürsüzlük,
-kanaatsizlik! (2022).
...
Nimet daralmasında hikmet, artmasında imtihan; sabır, şükür, infak gerekir. (2023).
...
Oldukça olmayanı isteyen insan, olanın kıymetini bilmek ve şükür gerek.(2023).
...
Köydeki kenti özler, kentteki köyü özler, ... özler ...özler. Hasılı insanoğlu hep olmayanı özler. Durumuna şükür gerek. (2023).
...
Hiç kimse ama hiç kimse kendi yapması gerekeni şikayet edip durmasın, gereğini yapsın. Şikayet değil iş bekliyoruz.
...
İcranın başında/içinde olanlar şikayet etmek, bahane aramak yerine, gereğini yapmak durumundadır. Yapamıyorsa bırakmalıdır.
...
Herkes kendi işi ile uğraşır ve işini iyi yaparsa kim kimden şikayet edebilir ki? (2014).
...
Muhatabı bu kadar şikayet ediyorsa,... herkes için empati zamanıdır.(2014).
...
Allah (cc) kimseyi, kendi ülkesini, başkalarının diliyle, başkalarına şikayet edecek duruma düşürmesin.
...
Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır. (İbni Mace) (2015).
...
Ahiliğin 7 kuralı: “Lütuf; Hilim ve Mülâyemet; Kanaat ve Rıza; Riyazet; Marifet; Doğruluk ve Hak’tan yana kapılarını açmak”
...
Şikayetlenmenin çaresi ilim ve ameldir. İlim ve amelle (gerçek veya psikolojik) şikayetler bitecek, çareler üretilecek ve şükürler artacaktır.
...
Sadece şikayetlenme değil, günümüzde insanların yaşadığı pek çok psikolojik, sosyolojik problemin çaresi elbette "ilim" ve "amel"dir. (2022).





6 Aralık 2021 Pazartesi

Sehiv Secdesi 061221:

Sehiv Secdesi (Namazdaki bazı kusurları telâfi etmek için yapılan secde.)

Sözlükte “namazın rükünlerinden biri” anlamındaki secde kelimesiyle “yanılma, unutma, dalgınlık” gibi mânalara gelen sehv kelimesinden oluşan sehiv secdesi (secdetü’s-sehv) terim olarak namazdaki belirli eksiklik, fazlalık veya yanlışlıkları telâfi etmek amacıyla yapılan iki secdeyi ifade eder.
Hadislerde ve fıkıh eserlerinin namaz bölümlerinde “sücûdü’s-sehv” veya “secdetâ es-sehv” şekillerinde de geçer.
Namazın gereklerini yerine getirme konusunda kişinin âzami dikkat ve titizliği göstermesi esas olmakla birlikte Hz. Peygamber, beşer olmanın tabii bir sonucu olarak namaz esnasında meydana gelen bazı eksiklik ve yanlışlıkların sehiv secdesi yapılarak telâfi edilebileceğini bildirmiş (Müslim, “Mesâcid”, 94), bu hususta ashabına örnek uygulamalar göstermiştir.
Namazdaki bazı fiillerin hükmünü belirten terimler konusunda özellikle Hanefîler’le diğer üç mezhep arasında farklılık olması yanında bu fiillerle ve sehiv secdesiyle ilgili delillerin değerlendirilmesinde görüş ayrılıkları bulunduğundan mezheplerin sehiv secdesini ele alışlarında farklılıklar vardır.

Sehiv Secdesini Gerektiren Durumlar. Bunları mezheplere göre şöylece özetlemek mümkündür:

Hanefî Mezhebi.
1. Rükünlerden birini tekrar etmek; birden fazla rükû, ikiden fazla secde yapmak gibi.
2. Rükünlerden birini öne almak veya geciktirmek. Meselâ rükûda iken kıraat rüknü eda edilmeden rükûa gidildiği hatırlanırsa kıyama dönülüp kıraat tamamlandıktan sonra tekrar rükûa gidilir ve bu durumda sehiv secdesi yapılır. Ayrıca bir rükün eda edecek kadar bir süre tereddüt gösterme veya düşünme sebebiyle ara verme, yani sonraki rüknü bu kadar geciktirme sehiv secdesini gerektirir.
3. Kılınan rek‘at sayısında tereddüt yaşamak. Zaman zaman bu durumla karşılaşan kimse ağır basan kanaatine (zann-ı gālib) göre, böyle bir kanaat oluşmamışsa kesin olarak kıldığını bildiği en az miktarı esas alıp namazın geri kalan kısmını tamamlar ve her iki durumda da sehiv secdesi yapar. Böyle bir durumla ilk defa veya çok nâdir karşılaşan kimse ise namazını yeniden kılar.
Mâlikî ve Şâfiî mezhepleriyle Hanbelî mezhebinde bir görüşe göre konuyla ilgili hadis gereğince (Buhârî, “Ṣalât”, 31; Müslim, “Mesâcid”, 89) -ilk defa meydana gelip gelmemesi ayırımı yapılmaksızın- kesin biçimde hatırladığı kısmı esas alıp eksik kısmı tamamlar ve ardından sehiv secdesi yapar. Konuyla ilgili başka rivayetlere dayanan (Zeylaî, II, 173) Hanefîler ise belirtilen durumları ayırt eder.
Hanbelî mezhebinde diğer bir görüşe göre imam olarak namaz kıldıran kimse zann-ı gālibini esas alırken münferid namaz kılan kimse kesin bilgiye göre hareket etmek zorundadır.
4. Selâm vermesi gerekirken yanılarak ayağa kalkmak. Bu durumu fark eden kişi henüz secdeye varmamışsa hemen oturur ve selâm verdikten sonra sehiv secdesi yapar; eğer secdeye varmışsa o rek‘atın ardından bir rek‘at daha kıldıktan sonra sehiv secdesi yapar. (Yanlışlıkla kalkılan rekâtın secdesi yapılmışsa buna bir rekâtın eklenmesi, nafile namazların çift sayılı rekâtlar şeklinde kılınmasının meşru olmasından dolayıdır (İbn Nüceym, el-Bahr, II, 112).DİYK) Böyle bir durum cemaatle namazda meydana gelirse cemaat imama uymaz ve ayağa kalkmaz. İmam secdeye varmadan oturursa cemaatle birlikte selâm verip sehiv secdesi yapar; secdeye varırsa cemaat imamı beklemeden selâm verir, imam ise bir rek‘at daha kılar.
5. Vâcibi1 terketmek. Meselâ Fâtiha veya Fâtiha’dan sonra Kur’an’dan bir miktar okuma (zamm-ı sûre) vecîbesini yerine getirmemek, birinci ve ikinci oturuşlarda Tahiyyat duasını okumamak, rükû ve secdeyi ta‘dîl-i erkâna riayet etmeden yapmak sehiv secdesini gerektirir. Ebû Yûsuf’a göre ta‘dîl-i erkân farz olduğu için terkedilmesi halinde namaz fâsid olur.

Mâlikî Mezhebi.
1. Namazın müekked sünnetlerinden birini veya müekked olmayan sünnetlerden en az ikisini terketmek. Müekked sünnetler Fâtiha’dan sonra en az bir âyet okumak, açık okunması gereken yerde açıktan, gizli okunması gereken yerde gizli okumak, rükû ve secdeye eğilip kalkarken alınan tekbirleri (intikal tekbirleri) söylemek, rükûdan kalkarken “semiallahü li-men hamideh” demek, birinci ve ikinci oturuşlarda Tahiyyat duasını okumak ve her iki teşehhüd için oturmaktır.
2. Namazın mahiyetine dahil olsun olmasın namazı bozmayacak kadar az bir fiil ilâve etmek. Meselâ rükû ve secde gibi bir rüknü fazladan yapmak, rek‘at sayısına ilâvede bulunmak, çok az bir şey yemek, çok az konuşmak gibi durumlarda sehiv secdesi yapmak gerekir.
3. Kaç rek‘at kıldığında tereddüt etmek (yk.bk.).

Şâfiî Mezhebi.
1. Namazın “eb‘âz” diye isimlendirilen müekked sünnetlerinden birini terketmek. Bunlar ilk oturuş, ilk oturuştaki Tahiyyat duasını tam okumak, kunut yapmak, kunut için ayakta durmak, kunutun sonunda Hz. Peygamber’e ve ailesine, teşehhüdden sonra Hz. Peygamber’e salavat getirmektir.
2. Kaç rek‘at kıldığında tereddüt etmek (yk.bk.).
3. Kasten yapıldığında namazı bozan şeyi yanılarak yapmak; kısa rükünleri çok uzatmak, çok az konuşmak, çok az bir şey yemek, bir rek‘at fazla kılmak gibi.
4. Sözlü bir rüknün yerini değiştirmek; Fâtiha’nın tamamını veya bir kısmını teşehhüd oturuşunda tekrar etmek, Fâtiha’dan sonra Kur’an’dan bir miktar okuma vecîbesini kıyam dışında bir rükünde yerine getirmek gibi.
5. Kunut, teşehhüd gibi muayyen eb‘âz sünnetlerinden birini yapıp yapmadığında tereddüt etmek.

Hanbelî Mezhebi.
1. Namazda belirli hususların eksik kalması.
2. Namazda belirli fazlalıkların bulunması.
3. Namazın gereği olan bazı fiillerin yapılıp yapılmadığında tereddüde düşülmesi. Hanbelî mezhebinin bu hususlardaki yaklaşımı Şâfiî mezhebine oldukça yakındır.

Sehiv Secdesinin Hükmü. Belirtilen sebepler bulunduğunda sehiv secdesi yapmak Hanefî mezhebine göre vâcip, Şâfiî ve Mâlikî mezheplerine göre sünnettir; ancak bazı Mâlikîler namazda eksiklik hallerinde sehiv secdesi yapmanın vâcip olduğu kanaatindedir. Hanbelî mezhebinde sehiv secdesinin vâcip olduğu görüşü tercih edilmekle birlikte sünnet ve bazı durumlarda mubah olduğuna dair görüşler de bulunmaktadır. Hanefî mezhebinde, cuma ve bayram namazlarında cemaatin çok kalabalık olması ve sehiv secdesi yapmanın karışıklığa meydan verme ihtimalinin bulunması durumunda bu secdenin terkedilmesi câiz hatta evlâ görülmüştür. Bir namazda sehiv secdesini gerektiren durumlar birden fazla olursa hepsi için bir defa sehiv secdesi yapmak yeterlidir.

Sehiv Secdesinin Namazdaki Yeri ve Şekli. Sehiv secdesi Hanefî mezhebine göre selâmdan sonra, Şâfiî mezhebine göre selâmdan önce, Mâlikîler’de namazdaki bir eksiklik sebebiyle ise selâmdan önce, fazlalık sebebiyle ise selâmdan sonra, hem eksiklik hem fazlalık sebebiyle ise selâmdan önce yapılır; Hanbelîler’e göre selâmdan önce veya sonra yapılabilir.

Hanefîler’e göre sehiv secdesinin yapılışı şöyledir: Namazın sonundaki oturuşta Tahiyyat ve Salli-Bârik duaları okunduktan sonra iki tarafa selâm verilir, sonra arka arkaya bilinen şekliyle iki defa secde yapılır, oturulup Tahiyyat duası okunur, ardından iki tarafa selâm verilerek namazdan çıkılır. Sağ tarafa selâm verildikten sonra hemen sehiv secdesi yapılması ve Salli-Bârik dualarının sehiv secdesinden sonraki oturuşta okunması yönünde de görüşler vardır; bu ikinci uygulama özellikle cemaatle kılınan namazda imam için daha uygun bulunmuştur. Cemaatle namazda imam sehiv secdesini gerektiren bir yanlışlık yaparsa onunla birlikte cemaat de bu secdeleri yapar; imama uyanın yaptığı yanlışlıklardan dolayı sehiv secdesi gerekmez. Birinci rek‘attan sonra imama uyan kimse (mesbûk) hangi rek‘ata yetişmiş olursa olsun imamla birlikte sehiv secdesini yapar; imamın sehiv secdesini gerektirecek yanlışı yaptığı sırada mesbûkun ona uymuş olup olmaması önemli değildir. Eğer kaçırdığı rek‘atları tek başına kılarken sehiv secdesini gerektiren bir yanlışlık yaparsa mesbûkun ayrıca bu secdeleri yerine getirmesi gerekir.

Son dönemde sehiv secdesi hakkında yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır: M. Sâlih el-Useymîn (bk. bibl.); Âdil Reşâd Guneym, Delîlü’l-muṣallî fî muʿâleceti aḫṭâʾi’s-sehv fi’ṣ-ṣalât (baskı yeri yok, 1406/1986); Abdullah b. Muhammed b. Ahmed et-Tayyâr, Sücûdü’s-sehv fî ḍavʾi’l-Kitâb ve’s-Sünneti’l-muṭahhara (Riyad 1416/1996); İbrâhim Abdülazîz Bedevî, Sebebü sücûdi’s-sehv ve maḥallühû fi’ṣ-ṣalât (Kahire 1998).

Kaynak: SEHİV SECDESİ - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

1Namazın Vâcipleri. Hanefî fıkıh âlimlerinin terminolojisine göre vâcip kabul edilen hususların bir kısmı fakihlerin çoğunluğuna göre farz, bir kısmı da sünnet olarak nitelendirilmiştir. Bazı hususlarda ise üç mezhep arasında farklı görüşler söz konusudur. Hanefîler’e göre namazın vâciplerinden birini unutarak terkeden ya da geciktiren kimsenin sehiv secdesi yapması vâciptir. Vâciplerden birinin kasten terkedilmesi durumunda ise namazın yeniden kılınması gerekir. Hanefî mezhebine göre namazın başlıca vâcipleri şunlardır: 1. Namaza Allahüekber gibi tekbir ifade eden bir cümle ile başlamak (diğer üç mezhebe göre farzdır). 2. Namazların bütün rek‘atlarında Fâtiha sûresini okumak (fakihlerin çoğunluğuna göre farzdır). 3. Farz namazların ilk iki rek‘atında, vâcip ve nâfile namazların her rek‘atında Fâtiha sûresinden sonra Kur’an’dan bir miktar okumak (çoğunluğa göre sünnettir). 4. Farz olan kıraati ilk iki rek‘atta yerine getirmek. 5. Fâtiha sûresini Kur’an’dan okunacak âyetlerden önce okumak. 6. Secdede alınla birlikte burnu da yere koymak. 7. Üç ve dört rek‘atlı namazlarda ikinci rek‘atın sonunda oturmak. 8. Namazların ilk ve son oturuşlarında teşehhüdde bulunmak. 9. Namazın sonunda sağ ve sol tarafa selâm vermek (çoğunluğa göre farzdır). 10. Farz olan fiilleri sırayla yapmak. 11. Farz olan fiili geciktirmemek. 12. Ta‘dîl-i erkâna riayet etmek (Hanefîler’den Ebû Yûsuf’a ve diğer mezheplere göre farzdır). (Kaynak;TDV İslam Ansiklopedisi)


23 Kasım 2021 Salı

Vesvese (İhya'dan) 231121:

Bu yazıda insanlık tarihiyle birlikte insanda var olan, günlük hayatımızda çoğumuzun karşılaştığı/yaşadığı bir hal olan "vesvese"nin, sözlük ve dini terminolojideki anlamlarının yanısıra, İmam Gazali’nin “İhyau Ulumiddin” kitabında, vesvese kelimesinin geçtiği konuları ve ilgili bölümleri istifadeye sunmaya çalıştık.
...
Kuruntu, evham, işkil, vehim, obsesyon, yanlış ve yersiz düşünce, bir konuyla ilgili kötü ihtimalleri akla getirip tasalanma, olmayacak bir şeyin olacağını sanma,... Bunlar, vesvesenin eş anlamlıları ve anılan kelimelerin anlamlarıdır.

Günlük hayatta vesvesenin türlü halleriyle karşılaşırız. Evden çıkarken, ocak, elektrik, pencereyi kapatıp kapatmadığımızı, araçtan inmişsek el frenini çekip çekmediğimizi, abdest alırken bazı uzuvlarımızı yıkayıp yıkamadığımızı, namaz kılarken tekbir alıp almadığımızı, sureleri tam okuyup okumadığımızı, kaç rekat kıldığımızı, keza olmadık şeylerin olmadık zamanlarda aklımıza geldiği vb hallerle karşılıyorsak vesvese ile karşı karşıyayız demektir.

Vesvese insanlık tarihi ile birlikte var olmuş, olmaya da devam edecektir. Önemli olan vesveseye teslim olmamaktır, ona prim vermemektir, onu besleyip büyütmemektir, onunla mücadele etmektir, teslim olmuş isek tedavi yoluna bakmaktır. Vesvese ve tedavisi hakkında çok sayıda eser ve yayın da bulunmaktadır.
...
Sözlükte vesvese/visvâsfısıldama, kötü telkinde bulunma, karışık sözler söyleme, kuşkulanma”; aynı kökten vesvâs “insanın içine doğan zararlı uyarıcı, kötü duygu ve düşünce, telkin, şüphe, fısıltı, evham” gibi mânalara gelmektedir.

Dinî terminolojide vesvese/visvâs, “şeytanın veya nefsin insana kötü ve zararlı telkinde bulunması, şeytandan yahut nefisten gelen, insanı dine aykırı aşırı davranışlara yönelten telkin”; vesvâs “şeytan, şeytanın insanın içine attığı saptırıcı dürtü, faydasız söz, şüphe ve tereddüt” anlamlarında kullanılır. Vesveseye kapılana müvesvis denir.

Kur’ân-ı Kerîm’de vesvese kavramı beş âyette geçmekte, bunların üçünde şeytanın (el-A‘râf 7/20; Tâhâ 20/120; en-Nâs 114/5), birinde nefsin (Kāf 50/16) insana saptırıcı etkisi anlatılmaktadır.

Hadislerde vesvese kavramı daha çok şeytan tarafından insanın içine atılan ve onun imanına zarar vermeyi amaçlayan tehlikeli soruları, düşünceleri belirtir. Hz. Peygamber’in Arafat gecesinde yaptığı duada, “Allahım! ... vesveseden sana sığınırım” sözü de geçer (Tirmizî, “Duʿâʾ”, 78).

Modern psikiyatride yine vesveseye yakın anlamda kullanılan obsesyon (obsession) “irade dışı gelen, kişiyi tedirgin eden, bilinçli çaba ile uzaklaştırılamayan düşünceler” şeklinde tanımlanır.
...
“İHYÂÜ ULÛMİ’d-DÎN”de “VESVESE” nin geçtiği konuları yirmisekiz başlık altında sıralamaya çalıştık. Konu adları ile vesvesesin geçtiği konu bölümleri şu şekildedir:

1. Zikir ve Tezkir (hatırlatma): ALLAH Teâlâ buyurdu, "Hatırlat. Çünkü hatırlatmak müminlere fayda verir." (Zâriyât, 55).

Hz. Ali (ra), kıssacıları Basra camiinden dışarı çıkarırdı. Fakat Hasan el-Basrî'ye karışmazdı. Çünkü bu zat, âhiret bilgisi, ölüm tefekkürü, nefsin ayıpları, amellerin âfetleri, şeytanın vesveseleri ve bunlardan sakınmanın yolları üzerinde konuşur; ALLAH Teâlâ’nın nimetlerini hatırlatır, kulun şükür etmekteki kusurunu söyler, dünyanın değersizliğini, ayıplarını, geçiciliğini, vefasızlığını, bunun yanında âhiretin önemini ve mahşer gününün zorluk ve sıkıntılarını anlatırdı. Bu ise, doğru olan ve teşvik edilen va'z ve irşad şeklidir.

2. Akîde: Nasıl ki, ilaç hastalık halinde yararlı, sağlık halinde zararlı ise, kelâm ilmi de, gereksiz faraziye, nazariye, mantık ve felsefeye açılmamak şartıyla bazı şüpheleri giderebilirse, bu miktarı yararlıdır. Ve bu şüpheleri gidermenin tek çaresi o ise, bu takdirde de öğrenilmesi ve öğretilmesi farzdır. Böyle bir ihtiyaç mevcud değilse veya kelâm'a felsefe ve faraziyeler sokulursa, o zaman da bu ilmi öğrenmek ve öğretmek haramdır. Çünkü bu halde o, şüpheleri gidermek yerine, yeni şüpheler uyandırır ve zihinleri vesveselerin istilâsına açık bir hale getirir.

Kelâm ilminde de, doğru olanı bulmak ve ispat etmek için mukaddime kabilinden bir sürü bâtıl ve gereksiz varsayımlar yapılır. Bu varsayımlar, çoğu zaman kişide mevcud olan sahih akideyi sarsar ve onun zihninde bundan sonra gideremediği şüphe ve tereddütler veya rahatsız edici vesvese ve fikir bunalımları meydana getirir. Kelâm ilmini mekruh veya haram sayanlar onun bu yan etkilerini nazar-ı itibara almışlardır.

3. Beden ve Kalb Temizliği: Ameller beden ve kalb amelleri olmak üzere ikiye ayrılırlar. Beden amelleri iki çeşittir. Bunlardan birincisi, onu maddî pisliklerden temizlemek ve manevî pislikler olan günahlardan korumaktır. İkincisi ise, onu ibadet ve tâatlarla donatmaktır. Kalb amelleri de iki çeşittir. Birincisi, onu rezil huylardan, bozuk inanç ve düşüncelerden uzak tutmaktır. İkincisi ise, ona güzel ahlâk, doğru inanç ve düşünceler kazandırmaktır.

Şu da bilinmelidir ki, beden temizliği vasıta, kalb temizliği gayedir. Câhil kimseler, ikinci temizliği ihmal edip bütün dikkatlerini birinci temizlik üzerinde yoğunlaştırır, enerji ve zamanlarını onda tüketirler. Bunlar, bu alanda aşırı gidip dinin hoş görmediği vesvese derecesine varan titizlikler gösterir ve hatalı olarak bu titizlikleri takva zannederler.

Temizlik konusunda vesvese taşıyanlar şunu bilmelidirler ki, eşya temiz olarak yaratılmıştır. Bu itibarla, necasetin varlığı kesin bir şekilde bilinmedikçe, onu sorun haline getirmemek lâzımdır. Necaset gözle görülür halde ise, onu giderinceye kadar yıkamak lâzımdır.

4. Namaz: Namaz niyetinde vesvese yapmak cehalettir. Çünkü niyetin farzı, yapılacak olan ameli özet halinde zihinde kararlaştırmaktır. Bu ise namaza dururken bir lahza içinde gerçekleşir. Ashabın niyette vesvese yapmamaları, bunun din ve takva ile alâkalı olmadığının delilidir.

5. Hac: Arafat vakfesinde şöyle dua edilmelidir: "ALLAH'tan başka ilâh yoktur, O birdir, O'nun ortağı yoktur. Mülk ve hamd O'nundur ve O'nadır. Dirilten ve öldüren O'dur. O diridir ve hiç ölmez. Bütün hayırlar O'nun elindedir ve O her şeye kadirdir. ALLAH'ım! Kalbime nur koy, kulaklarıma nur koy, gözlerime nur koy ve dilime nur koy. ALLAH'ım! Kalbimi hakikatlere aç ve onlara uymayı bana kolaylaştır. ALLAH'ım! Söylediğimiz hamdler ve söylediğimizden daha hayırlı olan hamdler sanadır. Namazım, haccım, hayatım ve ölümün senin içindir. Yönelişim ve dönüşüm sana doğrudur. ALLAH'ım! Kalb vesvesesinden, iş dağınıklığından ve kabir azabından sana sığınırım."

6. Evlilik: Gayret, aileyi korumaya yönelik bir duygu iken, onun vesvese ve hastalık hâline getirilmemesi lâzımdır. Çünkü bu hâlde, aileyi koruyucu değil, yıkıcı bir his durumuna gelir ve hem erkeğin psikolojisini bozar, hem de kadına haksızlık ve saygısızlık yapılmasına sebep olur. Bu itibarla erkek, İslâm’ın namusu koruma konusundaki emirlerini uygulamalı, ondan sonra da kesin olarak yüz kızartıcı bir şey ortaya çıkmadıkça kuruntulara dayanan ihtimallere yer vermemelidir.

7. Şüpheli şeylerden sakınmak: İnsanın bir şey hakkındaki düşüncesi yakîn, şüphe veya vehim (evham) şeklinde olur. Yakîn, kesin bilgi demektir. Bir şey hakkında kesin bilgi varsa, o şeyin hükmü de kesin olur. Açık helâl ve haramlar bu türdendirler. Vehim, bir delil ve emareye dayanmayan kuruntu, vesvese ise varsayımdır.

Vera' (kaçınmak, sakınmak) güzeldir. Çünkü ahiretin yüksek mertebeleri onunla kazanılır. Ancak her şeyin sınırı bulunduğu gibi, vera'ın da sınırı vardır. Bu sınırın ötesi ise şüphe, vesvese ve kuruntudur.

8. İhtilât (karışma, görüşme): Âbdullah İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: "Yalnız kalan kimseye vesvese ve evham musallat olmasaydı, ben insanlarla görüşmezdim. Çünkü günahların hemen hepsi, insanlarla görüşmenin sonuçlarıdır.".

9. Emr-i Ma'rûf ve Nehy-i Münker (İyiliği emredip, kötülüğü men etmek): İlimsiz insan da güçsüz insan gibidir. Bu sebeple, ilimsiz insanın da hisbe yapma sorumluluğu yoktur. Onun sorumluluğu ilim öğrenmemesindedir. Kuvvetli olan zan ilim hükmündedir. Zayıf olan zan, vehim, vesvese ve kuruntular ise şer'î ölçüler değildirler.

10. Şeytanın Kalbe Tasallutu: Düşünmek de ya yeni bir şeyi tefekkür etmek veya eski bir şeyi tekrar zihne taşımak şeklinde olur. Bu iki türlüsüyle düşünme olayı, insan kalbini en çok etkileyen faaliyettir. Bu faâliyetin bir kısmı kalbi aydınlatıp insanı hayra davet ederler. Bir kısmı da bunun aksine, kalbi karartıp sahibini şerre çağırırlar. Bunlardan birinci kısma “ilhâm”, ikinci kısma ise “vesvese” denir, ilhamın arkasındaki sebepler melekler, vesvesenin arkasındaki sebepler ise şeytanlardır.

Kalb, yaratılış itibarıyla ilhamı da vesveseyi de kabul etmeye elverişlidir. Onu ilham veya vesvese tarafına meylettiren ALLAH Teâlâ'dır. ALLAH Teâlâ’nın onu ilhama veya vesveseye meylettirmesinin sebebi ise, insanın kendi iradesidir. İnsanın iradesini etkileyen de ondaki iyi ve kötü duyguların ağırlığıdır. Bu sebeple, bir insanda şehvet, hırs ve gazap hisleri ağırlıklı ve güçlü olurlarsa, onun iradesi şerre meyleder, ALLAH Teâlâ'da onun kalbini vesvese ve şeytana meylettirir. Buna mukabil, insanda ALLAH sevgisi, ahiret özlemi ve sevap arzusu ağırlıklı ve güçlü olurlarsa, o zaman da iradesi hayra meyleder, ALLAH Teâlâ'da onun kalbini meleğe ve ilhama meylettirir. Bu ikinci durumda şeytan vesvesesi de hayır ve doğru olanı istemekte insana yardımcı olur. Çünkü şeytan ve onun vesvesesine duyduğu nefret ve tepki insanı aksi istikamete iter. Bunun yanında, şeytanın vesvesesi, hayır ve doğru olanı tanımakta da yardımcı olur.

Câbir İbni Ubeyde şunu anlatmıştır: "Ben kalbimde duyduğum vesveseyi Alâ İbni Zeyyâd'a şikâyet ettim. Kendisi bana şöyle dedi: 'Kalb eve, şeytan da hırsıza benzer. Bir evde hırsızın işine yarayan bir şey varsa, kendisi eve girmeye çalışır. Aksi takdirde oraya girmez, girse de bir zarar vermez.".

ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Takva sahiplerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman, onlar gecikmeden işin farkına varırlar ve gözleri açılır. Şeytanlarla arkadaş olmuş kimseler ise, onlar tarafından sapıklığa sürüldükçe sürülürler, kendileri de buna boyun eğerler." (Â'râf, 201,202).

"De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan, vesveseci ve hannas olan cin ve ins şeytanlarının şerrinden insanların RABBİ, sultanı ve ilâhı olan ALLAH'a sığınırım." (Nâs 1-6).

ALLAH zikri ile şeytan vesvesesi ışık ve karanlık gibi bir birini kovalayıp dururlar. Sonunda ALLAH zikri gâlip gelirse şeytanın vesvese yapma gücü iyice zayıflar ve kendisi uzaklaşır. ALLAH unutulursa, o takdirde de şeytanın vesvese yapma gücü artar ve kendisi gelip kalbin üstüne temelli oturur.

Şehvet gibi duygular insanın kanıyla yoğruldukları için; bu duyguları kötü yönde etkileyen vesveseler ve şeytanın tahrikleri de aynı şekilde kana karışır ve onunla birlikte kalbe girerler.

Şeytanın bu dedikleri (atalarının dinini terke etme, hicret etmeme, mal, can, evlat konusunda kaygılandırma) birer vesvesedir. ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve bu korku ile ALLAH’ın emirlerine karşı gelmeye çağırır." (Bakara, 268). Şeytanın bu ve benzeri vesveselerine karşı, sık sık, "Eûzu billahi mi neşşeytânirracîm, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm" demek yararlıdır.

İnsan kalbinde kötü vesveseler bulunduğu kesindir. Çünkü bunların şu veya bu yöndeki dürtülerini herkes kendi içinde hisseder. Her bir şeyin sebebi ve etkeni bulunduğuna göre, bu vesveselerin de bir sebep ve etkeninin bulunması lâzım gelir. İşte bu sebep şeytandır. Şeytanı tanımak konusunda onun kötü vesveselerin sebebi ve etkeni olduğunu bilmek yeterlidir.

ALLAH Teâlâ şeytanın bizimle ilgisi bulunmayan mahiyetini değil, onun bizim için tehlike oluşturan vesveselerini, fiil ve hareketlerini bildirmiş ve onun bizim için düşman olduğunu belirtmiştir. Örneğin bir âyette, "Şeytan size düşmandır. Öyleyse, siz de ona düşman olun. O, kendisine inananların cehennem ehli olmaları için çalışır." (Fâtır, 6) buyurulmuştur.

Kalpteki ses iyiliğe davet edici ise o ses ilhamdır ve onun sahibi melektir; kötülüğe çağırıcı ise o vesvesedir ve onun sahibi şeytandır. İlham ve vesveseyi birbirinden ayırmak çok önemlidir. Çünkü vesveseyi ilham zannetmek her zaman mümkündür.

Şeytanın hilelerinden birisi de, şerri hayır şeklinde göstermektir. O bu hile ile hayra talip olanları da şerrin içine düşürür. Bu habis mahluk bilir ki, şerri şer olarak kalplere vesvese ederse, çok az kimse onu kabul eder.

İnsan ölmedikçe, onun kalbinden şeytanın vesveseleri kesilmez. Bu sebeple, bu vesveselerle mücâdele etmek de, fasılasız olarak ömrün sonuna kadar devam eder.

11. Şeytanın Kalbe Açılan Kapıları: Namazın en sevaplı şekli, onu ilk vaktinde kılmaktır. Fakat şeytan, "Henüz vakit var; acelesi yok" diye vesvese yapıp gevşeklik verir ve namazın geciktirilmesine ve hatta vakit dışına çıkarılmasına çalışır.

Şeytanın vesvese ve dürtüsüyle bir müslüman hakkında su-i zanda bulunan kimse, yine şeytanın tahrik ve dürtmesiyle ona karşı soğuk ve olumsuz bir tavır takınır, onun haklarını çiğner, ona ikramda kusur gösterir, onu kendi gözünde küçük görür ve gıybet yaparak onu başkalarının da gözünden düşürmeye çalışır. Bütün bu davranışlar da helâk edici günahlardır.

Zikretmenin, şeytan vesveselerini kalpten kovması, ilacın hastalıkları gidermesi gibidir. İlacın bu özelliği vardır, fakat onun bu özelliği göstermesi için perhiz yapmak da şarttır. Perhiz yapılmadığı takdirde ise, ilacın etkisi olmaz. Tıpkı bunun gibi, zikrin vesveseleri defetmesi için de, kalbin temiz olması ve takva taşıması şarttır. 

Adem (as) yeryüzüne indirildiği zaman, ALLAH Teâlâ'ya duâ ederek, "RABBİM! Benimle arasına düşmanlık soktuğun şeytana karşı, eğer beni ve zürriyetimi korumazsan onun vesveseleri bizi helâk edecektir." demiş, ALLAH Teâlâ'da ona şu karşılığı vermiştir: "Sana ve zürriyetine, hayrı ilhâm eden ve sizi koruyan melekler vereceğim; kötülüklerinizi bir, iyiliklerinizi on olarak kabul edeceğim; ruhlarınız cesette olduğu sürece de size tevbe kapısını açık tutacağım."

12. Sorumluluğa Tâbi Olan ve Olmayan Vesveseler: ALLAH Rasûlü (as) şöyle buyurmuştur: "Biriniz, içindeki vesveseyi konuşmadıkça veya onunla amel etmedikçe onun günahından muaftır (affedilmiştir)." (Müttefekun aleyh). "ALLAH Teâlâ, amelleri yazan meleklere şunu emretmiştir: "Kulum bir günahı içinden geçirdiği zaman bir şey yazmayın; onu işlediği zaman da bir günah olarak yazın. Kulum bir iyiliği içinden geçirdiği zaman, kendisine bir sevap yazın. Onu işlediği zaman da kendisine on (bir rivayette de, yedi yüz) sevap yazın." (Müttefekun aleyh). Bu ve benzeri hadis-i şerifler, insanın kendi kalbine gelen vesveselerden dolayı sorumlu tutulmadığını ve muâheze (ayıplama, eleştiri) edilmediğini ifâde etmektedir.

Buna mukabil, bazı Ayet-i kerimeler ise, onun bunlardan sorumlu olduğunu ve muâheze edildiğini bildirmektedirler.

Örneğin, ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Siz içinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de ALLAH onun hesabını sizden soracaktır. Ondan sonra dilediği kimse için onu affedecek, dilediği kimseyi de onunla cezalandıracaktır. ALLAH her şeye kadirdir." (Bakara, 284), "Fakat ALLAH, sizi kalplerinizin kazandıklarıyla muâheze eder." (Bakara, 225), "Hiç şüphesiz, kulak, göz ve kalple neler yapıldığı sorulacaktır." (İsrâ, 36).

Farklı hükümler ifade eden bu nassların (âyet ve hadislerin) konuları da farklıdırlar. Çünkü, kalbe gelen vesvese (kötülük arzusu) iki türlüdür. Bunlardan birincisi, gelip geçen bir anlık vesveselerdir. Bu vesveseler, vücudun kendisi için çekici gelen şeylerle karşılaşmasından hâsıl olan ve şeytan tarafından kalbe taşınan etkilerdir. Kalb, kendisine aksettirilen bu etkileri değerlendirip onların şer olduğunu anladığı zaman ALLAH korkusu ve O'na itâat duygusuyla onları reddettiği takdirde, buraya kadarki gelişmelerden dolayı her hangi bir sorumluluk doğmaz. Hatta, kalb bu vesveseleri ALLAH korkusu ve O'nun emirlerine saygı duygusuyla reddettiği için, sâlih bir amel ortaya çıkmış olur ve kul, bundan dolayı sevapla mükâfatlandırılır. Hadis-i şeriflerde sözü edilen vesveseler bu türlü olanlardır.

Bunların ikinci türlüsü ise, sabit huy ve sıfat hâline gelen vesveselerdir. Bu türlü vesveseler (kötü arzu ve istekler), birincilerin aksine, vücudun dışarıdan aldığı geçici etkiler değildir; kalpte mekân kurmuş, yerleşmiş hastalıklar ve zaaflardır. Bu hastalık kabilinden olan kötü arzu ve istekler cesedi de harekete getirir ve kötülük yapmaya sevk ederler.

Bu türlü vesveseler (şer ve günah arzuları) sorumluluğa tabidirler. İlgili âyetlerde kasdedilen vesveseler de bunlardır. ALLAH Teâlâ, değişik münasebetlerle münafıklardan bahsederken, "Kalplerinde hastalık vardır.", "Kalplerinde hastalık olanlar", "Kalplerinde hastalık bulunduğu için" gibi ifadeler kullanmıştır.

Daha değişik bir ifade ile izah etmek gerekirse, bir vesvesenin kalpte doğmasından fiil hâline gelmesine kadar dört aşaması vardır:
-birincisi, "akla gelme"
-ikincisi, kalpte heyecan oluşmasıdır.
(Bu iki aşamadaki vesveseler sorumluluğa tâbi değildir. Çünkü bunlar, irade dışında oluşan ve irade ile önlenemeyen hâllerdir.)
-üçüncüsü kalpte oluşan heyecanı istek hâline getirmektir.
-dördüncüsü, bu isteği fiil hâline getirmeye karar vermektir.

Bu aşamalardaki vesvese, irade altına girdiği ve onun tarafından oluşturulduğu için, sorumluluğa tâbidir. Ancak, bu aşamalarda kul ALLAH korkusu duyup vesveseyi siler veya en azından onu ilk iki aşamaya geri iterse sâlih bir amel işlemiş olur ve sevap kazanır. Çünkü ALLAH korkusu ve O'na itâat düşüncesiyle kalbin vesveselerine, nefsin arzularına ve cesedin dürtülerine karşı koymak bir cehd (gayret) ve çaba gerektirir. Bu cehd ve çaba, bütün sâlih amellerdeki cehd ve çabanın aynısıdır. Vesvese bu son aşamalarda iken, elde olmayan bir sebep onların gerçekleştirilmesini önlerse, günaha teşebbüs sorumluluğu ortadan kalkmaz. Çünkü günaha teşebbüs, ALLAH Teâlâ’nın hakkına taalluk eden yönüyle günahı işlemek gibidir. Günahın fiilen işlenmesi şartı ise, kul haklarıyla ilgilidir.

Rivayet edildiğine göre, "Siz içinizdekini açıklasanız da gizleseniz de ALLAH onun hesabını sizden soracaktır." Ayet-i kerimesi indiği zaman, ashâbtan bazı zatlar, ALLAH Rasûlü’ne gelip, "Bu âyetle bize gücümüzü aşan bir sorumluluk yüklenmiştir. Çünkü kalbimize, irademizin dışında hatıralar ve vesveseler gelir." dediler. ALLAH Rasûlü (as), onlara, "Siz de yahudiler gibi, ALLAH Teâlâ’nın emirlerini tartışmaya mı kalkıyorsunuz? Onları kabul edin ve, 'Duyduk, uyduk.’ deyin." buyurdu. Onlar da, "Duyduk, uyduk." dediler.

Bundan sonra, şu Ayet-i kerime indirildi: "ALLAH, kimseye güç ve iradesi dışında teklifte bulunmaz, sorumluluk vermez." Bu ikinci âyet birinci âyeti bir anlamda tahsis, bir anlamda da tefsir etti. Buna göre, vesvese irade dışında ise, sorumluluk yoktur.

13. Zikir Esnasında Vesvese Kesilir mi?: Bil ki, kalplerin arifi olan ve onların sıfat ve acaibliklerini bilen âlimler, bu meselede beş görüş ileri sürmüşlerdir:

Birinci görüşe göre, ALLAH Teâlâ’nın zikriyle vesvese bütünüyle kesilir. Çünkü ALLAH Rasûlü (as), "Kul, ALLAH Teâlâ'yı zikredince şeytan ondan uzaklaşır (diğer bir tercüme ile, şeytan susar.)" (Geçti) buyurmuştur.
İkinci görüşe göre, vesvese kesilmez. Fakat, kalb zikir ile meşgul olduğu için, onu duymaz veya az duyar.
Üçüncü görüşe göre, kalb zikir esnasında da vesveseyi duyar, fakat diğer zamanlara göre ondan daha az etkilenir.
Dördüncü görüşe göre, zikir ve vesvese nöbetleşe ve sıra ile kalbi işgal ederler. Bu, tıpkı ışığın yanıp sönmesi gibi bir olaydır. Çünkü burada da ışık ve karanlık nöbetleşirler. Onun için, zikir yapılırken kalb aydınlanır ve o zaman vesvese kaybolur. Zikir arasındaki susmalarda ise, aydınlık kaybolur ve vesvese ortaya çıkar.
Beşinci görüşe göre ise, kalb zikir ve vesvesenin etkilerini birlikte hisseder.

Zikir esnasında vesvesenin tamamen kesilip kesilmemesi vesvesenin türüyle alâkalıdır. Bu açıdan bakılınca, vesveseler şu türlere (üçe) ayrılırlar:

a-Bâtılın hak suretinde gösterilmesi: Meselâ, şeytan insana vesvese vererek der ki: "Sen lezzetleri (lezzetli şeyleri, zevkli işleri, tatlı günahları) ne diye terk edersin? Halbuki, ömrün uzundur ve böyle uzun bir ömür boyunca nefsin arzusu olan lezzetlerden uzak durmak çok elem vericidir." Bu vesvese karşısında, eğer insan, ALLAH Teâlâ'ya imanını tazeler ve O'nun bu konudaki söz ve vaadlerini hatırlayıp, "... olması ile bitmesi bir olan geçici zevkler için, asırlarca ateşte yanmaya razı olmak, hangi hesaba göre doğru olabilir? Bütün akıl sahipleri tarafından yanlış bilinen ve pek çok insanları elemle kıvrandıran kumar bile, az koyup çok kazanma ümidine dayanırken, çok koyup az kazanmak gerçeğine dayanan günahları doğru bulmak mümkün müdür?" derse; yapılan vesvesenin bâtıl olduğu ortaya çıkar ve şeytan susmak zorunda kalır.

Bunun için, ALLAH Rasûlü (as), "Şeytana direnme açısından bir âlim, bin âbid'ten daha güçlüdür." buyurmuştur. Çünkü, âlim, şeytanın vesvese ettiği yanlışların iç yüzünü ortaya çıkarır ve onları kirli paçavra gibi onun (şeytanın) suretine fırlatır. Câhil olan ise, vesveselerin zahirine aldanır ve onları doğru zannedip şeytanın tuzağına düşer.

Meselâ, şeytan ibadet eden bir insana ucub (kibirlenmek, kendi kendini beğenmek, amelini çok görmek) vesvesesini verip ona, "Kim senin kadar ALLAH Teâlâ'yı tanımış ve O'na canla başla ibadet ve tâat etmiştir?" der. İnsan bu yanlış ve bâtıl vesveseye karşı, ALLAH Teâlâ'yı tanıması ve O'na ibadet ve tâat etmesi O'nun önemli nimetlerindendir.

Kendine ait olmayan meziyetleri kendine mal etmek veya kendi kusurlu işlerini mükemmel görmek himmet ve basiret erbabının huyu değildir. Bu duruma karşı, "ben kendime ait olmayan iman ve itaate muvaffakiyeti nasıl kendime mal edebilirim? Hem, eksik olan marifetim ve kırık dökük olan ibadetlerim yüzünden kibir mi duymalıyım, yoksa mahcubiyet ve eziklik duyup tevbe ve istiğfar mı etmeliyim?" derse, vesvese kesilir ve şeytan çekilir.

Bâtılı doğru gibi gösteren vesveseler, ALLAH'ı Teâlâ'yı zikretmek ve O'nun büyük olan hakkını düşünmekle kesilir.

b-Şehvetin (isteğin) tahrik edilmesi ve heyecan uyandırılması: Şehvetin (isteğin) tahrik edilmesi ve heyecan uyandırılması vesvesesi kulun haram olduğunu bildiği ve buna kesin olarak inandığı şeylere karşı ise, zikir onu keser. ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Takva sahiplerine şeytandan bir dürtü geldiği zaman, bunlar ALLAH'ı zikreder ve hemen gerçeği görürler." (A'râf, 201) buyurmuştur.

Hakikî mümin, ALLAH Teâlâ’nın yasakları önünde, tıpkı mayınlı bir arazi çizgisinde veya bir ateş çukurunun kenarında durduğu gibi durur. Kendisi bu hassâsiyetle dururken, şeytanın vesveseleri, onu yasakların içine itebilecek kadar güçlü olamazlar.

c-Geçmiş, gelecek veya şimdiki zamanla alâkalı olan bazı şeylerin hatırlatılması ve düşündürülmesi: Her hangi bir fiile sevk etme durumu bulunmayan ve mücerret tasavvur planında kalan bu vesveseler, genel olarak zikirle azalır, fakat bütünüyle kesilmezler. Nitekim, en büyük zikir olan namazda bile, bu vesveselerin izleri görülür. Buna rağmen, bunların bütünüyle kesilmesi de mümkündür.

Zikirde istiğrak bulan ve bütün dikkatleriyle ona yönelen kimseler şeytan vesveselerini duymak bir yana, zikir ve ibadet esnasında vücutlarından bir parça koparılsa onu da duymazlar.

Ancak ara sıra ve özellikle zikir ve ibadet esnasında vesveseler tamamen kesilseler bile, bunların nihaî bir surette ve bir daha dönmemecesine kesilmeleri mümkün değildir.

Peygamberler bile zaman zaman ufak çaplı ve özellikle üçüncü türden olan vesveselere maruz kalmış ve bunlarla mücadele etmişlerdir. ALLAH Rasûlü (as), bu olaylarla (süslü elbise ve altın yüzük) hiç kimsenin vesveselerden ve dünyanın tabiî çekicilik ve cazibelerinden tamamıyla kurtulamadığı dersini vermiş ve bunlardan bir ölçüde kurtulmanın yolunu göstermiştir. O da vesvese veren şeylerden uzak durmak veya onları kendinden uzaklaştırmaktır.

14. Kalbin Süratle Dönmesi: Bil ki, insan kalbi fırıldağa benzer. Fırıldak, rüzgârın esmesiyle döndüğü ve yön değiştirdiği gibi, kalb de manevî rüzgârlar olan ilham, vesvese ve diğer etkenlerle döner ve yön değiştirir. Kalb değişik etkiler altında dönüp değişir. Bu etkilerin kaynağı ise duruma göre ya melekten gelen bir ilhamdır, ya şeytandan gelen bir vesvesedir, ya insanın kendi yaratılışıdır, ya da bir dış faktördür.

Şer ve masiyet üzerinde ısrar eden ve kötülüklerde sâbitleşen kalplerde oluşan fikirler şer, duygular kirli, vesveseler zehirlidirler. Doğru düşünceler ve temiz duygular bu kalplerde yeşermez ve barınmazlar. "Şeytanın vesveseleri bu kimselerin kalplerinde üst üste yığılan karanlıklar gibidir." (Nur 40).

Melek ve şeytana, hayır ve şer ilhamlarına eşit bir şekilde açık olan kalplerde, meleğin ilham ve teşvik ettiği bir hayrı, şeytan bozmaya çalışır. Şeytanın vesvese ve telkin ettiği bir şerri de melek gidermeye çalışır. Bu çekişmede nefis şeytana taraftır; onu tasdik eder ve onun dediklerini benimseyerek tekrarlar. Akıl ise melekten yanadır ve onun ilhamlarını doğru bulup tasdik eder.

15. Nefis ile Akıl: Nefis, şeytanın vesvese ve telkinlerini aynen kabul edip benimser ve onların haklı ve doğru olduğunu ispatlamak için de, etraftaki kötü örnekleri misâl ve delil olarak göstermeye çalışır. Ona göre, bu örneklerin varlığı onların doğru ve iyi şeyler olmaları için yeterli delildir. Akıl ise, şeytanın vesvese ve telkinlerini yanlış bulup reddeder ve kötü örneklerin delil olmadığını söyler.

16. İrâde, Mücâhede (uğraşma, mücadele) ve Riyazet (nefis terbiyesi): Çok zikredeni uğraştıran iki sorun vesvese ve ucub'tur (nefsin kendi kendisini beğenmesidir). Vesvese, şeytanın telkinleridir. Şeytan, dünyanın en hayırlı işi olan zikri yapanı hem meşgul etmek, hem de mümkün olsa bizzat bu yolla onu aldatıp dalâlete ve hatta küfre sokmak için, bu telkinleri onun kalbine üfler. Vesvesenin şerrinden kurtulmanın çaresi, yine zikre devam etmek ve ALLAH Teâlâ'nın himayesine sığınmaktır. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Şeytandan sana bir dürtü gelirse, ALLAH'a sığın. O işiten ve bilendir." (A'râf, 200).

17. Mide şehveti: "Kendisini açlığa alıştıran, rızk vesvesesinden kurtulur."

18. Gıybet: Zanların çoğu ise, fâsıkların en fâsıkı olan şeytan tarafından kalbe getirilen vesveselerden ibarettirler. Zan bir şeytan işi olduğu için de, kötü zanların çoğu iyi olan müslümanlara karşı oluşturulur. Onun için, şeytan, zahirî hâli iyi olan bir müslüman hakkında kötü bir vesvese getirdiği zaman, o müslümana duâ etmek ve onu övmek lâzımdır. Bu yapıldığı takdirde şeytan kızar ve vesvesesini keser.

19. Dilin afetleri: "İnsanlar (idrâklerinin sınırlı olduğunu, sorularını da buna göre sınırlandırmaları gerektiğini unutarak) şöyle diyeceklerdir: 'Varlıkları ALLAH yarattı. Ya ALLAH'ı kim yarattı?’ Onlar böyle deyince, siz İhlâs sûresini okuyarak cevap verin ve şeytanın şer ve vesveselerinden ALLAH Teâlâ'ya sığının." (Müttefekun aleyh).

20. Kanaat: Gafil insanlar, şeytanın vesvese ve iğfaline uyarak ahirete karşı kullanılması gereken bu duyguları dünyaya karşı kullanır. Bu yüzden de, bu kimseler dünya işlerinde kendilerinden yukarıda ve önde olanlara, ahiret işlerinde ise kendilerinden aşağıda ve daha arkada olanlara bakarlar. Bu hâl, doğru olan ölçüyü ters çevirmektir.

21. Riya: Riyayı vesveseden de ayırmak lâzımdır. Çünkü, vesvese riya değildir. Riya insanın kendi kast ve niyeti iken, vesvese şeytanın üflediği zehirli bir nefesle kalb ve kafayı karıştırması ve bulandırmasıdır. Şeytan önce inkâr fikrini aşılayarak insanı ibadet ve hayır yapmaktan vazgeçirmeye çalışır. Fakat bunu başaramayınca ve insan kendisine rağmen amel ve hayır yapmak isterse, bu sefer de riya olayını ortaya atarak onunla aynı sonuca ulaşmayı dener. Bu cümleden olmak üzere, onun yaptığı amelin büyük bir iş olduğunu söyleyerek de onu şişirmeye çalışır. Ancak insan, şeytanın vesvesesini tasdik edip onu kendi iradesiyle kabul etmedikçe, bunun kendisine ve ameline bir zararı yoktur.

Riya, bastırılması insanın elinde olmayan şeytan vesvesesinden ibaret ise, onun imana ve amele bir zararı yoktur. Çünkü dinde teklif-i mâla yutak (güç haricinde sorumluluk) yoktur. Bu türlü vesveseler için ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Şeytandan sana bir vesvese ve dürtü gelirse, ALLAH'a sığın. O işiten ve bilendir." (A'râf, 200; Fussilet, 36) O hâlde, şeytandan bir vesvese geldiği zaman kulun yapacağı şey, bundan sıkılmak, ikrah etmek ve onu defetmesi için ALLAH Teâlâ'ya duâ etmektir.

Ashaptan bazıları ALLAH Rasûlü’ne, "Şeytan kalbimize öyle vesveseler getirir ki, onları duymak yerine, gökten yere baş aşağı düşmeyi veya yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmayı tercih ederiz. Bu vesveselerden sorumlu muyuz?" demişler; ALLAH Rasûlü (as), "Hayır! Bu şekilde tepki duydukça onlardan sorumlu değilsiniz." buyurmuştur. (Müslim). O, başka bir hadiste de böyle bir suâle şu cevabı vermiştir: "ALLAH'a hamd olsun ki, şeytanın hilesini vesvese seviyesine indirmiştir." (Ebu Dâvûd, Nesaî).

Kalb veya zihinde bir vesvese belirdiği zaman ALLAH Teâlâ'yı zikretmek (ve O'na sığınmak), zikrin mânasını düşünmek ve vesveseyi duymamaya çalışmak, onun sönüp silinmesini temin eder. Namaz hâlinde iken bu şekildeki tepki ile yetinmek en iyisidir. Çünkü namaz kılarken ALLAH Teâlâ'nın huzurunda olmayı düşünmek bütün düşüncelerden daha üstündür. Namaz dışında ise, vesveseyi ilmî delillerle çürütmeye çalışmak da câizdir. Bu durumda şeytanla zihnî bir tartışma yapılır ve bu tartışmada yenilmesi hâlinde o bir daha aynı vesveseyi tekrarlamaz. Şeytanı tartışmalarla yenecek derecede ilim sahibi olmayan bir kimsenin vesveselerden kurtulmasının yolu ise, şeytanın dediğinin hemen aksini yapmak ve bunu tekrarlamak suretiyle tepki göstermektir. Örneğin, şeytan sadaka vermesini önlemek için, bunun riya olacağını söylerse, hemen birkaç sadakayı üst üste vermek; o aynı söylemle nafile namaz kılmasına mâni olmaya çalışırsa hemen kalkıp kılmayı düşündüğü miktarın birkaç katı namaz kılmak şeytanı kahredip uzaklaştırır.

İbrahim et-Teymî şunları söylemiştir: "Şeytan size bir vesvese getirdiği zaman, eğer onu kabul edip etmemekte tereddüt geçirirseniz, kendisi ümitlenir ve o vesveseyi size kabul ettirmek için dayatır. Fakat, sizde kesin muhalefet ve ret görürse ümidi kırılır ve sizden vazgeçer."

Başkalarının su-i zan ve ithamları veya şeytanın kalbe riya vesvesesi getirmesi yüzünden amelleri terk etmek cihetine gidilirse, hayır ve tâatların hepsini terk etmek lâzım gelir. Kötü maksatlı dedikoducuların ve vesvese veren şeytanın da ulaşmak istediği sonuç budur.

22. Ucub (nefsin kendi kendisini beğenmesi): Akıl ve ilim de, diğer dünya nimetleri gibi geçicidirler. Delirme, bunama, unutma, evham, vesvese ve daha bir sürü hastalıklar akıl ve ilmi her an tehdit ederler. Fırtınalar önünde yanan bir çıra ışığına ne kadar güvenmek ve onunla ne kadar kibir ve ucub duymak makul ise, akıl ve ilimle de ancak bu kadarı makul olabilir.

23. Gurur: Onlardan bazıları, farzları ihmal eder veya eksik yapar, buna mukabil sünnet ve nafileye ağırlık verirler. Bunlar fazilet konusunda vesvese derecesinde titizlik gösterirler. Bu yüzden, fıkhın temiz kabul ettiği bazı sularla abdest almaz, bazı elbiselerde ve bazı yerlerde namaz kılmazlar. Fakat, meselâ bir mala sahip olmaya çalışırken, onun haram olabileceği konusunda titizlik göstermezler; hatta haram olduğu kuvvetle muhtemel bile olsa, te’vil (naslarda yer alan bir lafza taşıdığı muhtemel mânalardan birini tercih edip yükleme) yoluna sapıp onu kendilerine helâl ederler. Halbuki, önceki titizliği burada gösterseler, ashâb siretine daha çok yaklaşmış olurlar. Çünkü onlar (ashâb), özellikle haram konularında titizlik gösterirlerdi.

Bazıları, niyette gereksiz olan vesvese göstermeyi önemli sayarlar. Bu yüzden, uzun uzadıya niyet getirir ve onu bir çok kere tekrar ederler. Fakat namaza girdikten sonra, ALLAH Teâlâ’nın huzurunda olduklarını unutmakta sakınca görmezler.

24. Tevbe: Şeytanın, "ALLAH senin yapacağın eksik tevbeyi kabul etmez." tarzındaki vesveselerine aldırılmamalıdır. Çünkü şeytan, insanı iki şekilde ALLAH Teâlâ'ya kulluk ve itaatten uzaklaştırmaya çalışır. Önce ona, "Tâat ve ibadete ne gerek var? ALLAH buna muhtaç mıdır?" der. Bu vesveseyi tutturamazsa o zaman da, "İbâdet ve tâatin ölçüleri ağırdır. Sen bu ölçülere göre ne ibadet, ne de tevbe edebilirsin. Onun için, kendini boşuna yorma." der. Halbuki ALLAH Teâlâ önce:"ALLAH'a hakkıyla kulluk edin." (Al-i İmrân, 102) buyurarak kulluğun ideâl şeklini göstermiş, daha sonra da: "ALLAH'a gücünüz nisbetinde kulluk edin." (Teğabun, 16) diyerek kulluk ölçüsünü herkesin seviyesine indirmiştir.

ALLAH Rasûlü (sa) da şunu söylemiştir: "Size bir şey yasakladığım zaman ondan uzak durun. Size bir şey emrettiğim zaman ise, onu gücünüz nisbetinde yerine getirin." Bu gerçek, "Bir işin bütünü yapılamazsa, onun bütünü terk de edilmez." sözüyle de formüle edilmiştir. Gerçek bu olunca, tevbe etmek de diğer ibadet ve hayır işleri gibi, ne ölçüde olursa olsun yararlı ve faydalıdır.

25. Sabır: Vesveseleri (gereksiz veya zararlı düşünce ve hatıraları) def edip kalb ve zihni onlara karşı korumak da sabır ister. Vesveseler de haram şehvetler gibi, şeytanın dürtüleri, kalb ve zihnin duruluğunu bulandıran lüzumsuz meşguliyetlerdir. Bunları defetmenin yolu ise sürekli zikir ve tefekkürdür. Zikir ALLAH Teâlâ ile ünsiyeti, tefekkür O'nu tanımayı (marifeti), bu da O'nu sevmeyi (muhabbeti) verir.

Kalb ve zihni meşgul eden vesveseler (endişeler, korkular vs.), dünya işlerini çoğaltmanın ürünleridir. Bu sebeple, vesveselerden kurtulmak için, bu işleri normal seviyesine indirmek ve ALLAH Teâlâ'ya tevekkül etmek lâzımdır. Dünya iş ve meşguliyetini çoğaltıp bataklık hâline getirenler ise, sivrisinek hükmünde olan vesveselerden kurtulamazlar.

26. Korku ve Ümit: Yahya İbni Muâz şöyle demiştir: "Yalnız korku ile ibadet eden bir kimsede vesvese çoğalır. Yalnız ümit ile ibadet eden bir kimsede de aldırmazlık oluşur. Onun için, ibadette korku ve ümidi birleştirmek lâzımdır."

27. Tevekkül ve Çalışmak: Bir kimsenin kalbi zayıf olduğu için, malın yokluğu hâlinde vesvese, endişe ve korkuya kapılır veya halktan bir şey bekler hâle gelirse, bu kimse için kalbini teskin edecek ve halktan beklentisini kesecek miktarda mal ve zahire bulundurmak daha iyidir.

28. Kulun ALLAH Teâlâ'yı Sevdiğinin Alâmetleri: Temizlik konusunda vesvese taşıyanlar şunu bilmelidirler ki, eşya temiz olarak yaratılmıştır. Bu itibarla, necasetin varlığı kesin bir şekilde bilinmedikçe, onu sorun haline getirmemek lâzımdır.

Hamd Rabbimize, selatüselam Peygamberimizedir.

Yararlanılan Kaynaklar:



TRUMP’ın Sözde Gazze Barış Planı (!) 290925:

Trump'ın 29 eylül 2025 günü açıkladığı Gazze'deki barış için açıkladığı süreç barış planından ziyade tehditler içeren, adil olmayan,...