20 Kasım 2024 Çarşamba

HİCRET 201124:

Bu yazıda hicret konusu ele alınmıştır. Sözlük tanımı yanında İslami bir terim olarak hicretin anlamı, hicretin bitip bitmediği, gayrimüslim ülkelerde yaşayan müslümanların durumu, gayrimüslim ülkelere hicretin yapılıp yapılamayacağı, yapılabilecekse hangi hallerde yapılabileceği, Habeşistan hicreti, çalışmak, okumak vb üzere yurtdışına gidenlerin durumu, hicrette niyetin önemi, kalben hicret vb sorularına cevaplar aranmıştır. Ulaşılan bilgilere aşağıda çok özet olarak yer verilmiştir. İsteyen daha geniş bilgilere kaynakçalardan ulaşılabilirler. 

Hicretin sözlükteki iki anlamı; “ göç ve "İslam takviminde tarih başı sayılan Hz. Muhammed (SAV) in Mekke'den Medine'ye göç etmesi” şeklindedir.

I-GENEL OLARAK HİCRET:

Hicret “kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaşması” demektir. 

Terim olarak genelde gayri müslim ülkeden (darülharp) İslâm ülkesine göç etmeyi, özelde ise Hz. Peygamber’in ve Mekkeli müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder.

Mutasavvıflar bu kavramı hem haramları terkedip kötülüklerden uzaklaşmak, hem de “nefsi terbiye etmek maksadıyla yolculuğa çıkmak” veya “kalben ve zihnen halkı terketmek” anlamında kullanmış, seyrüsülûk dedikleri mânevî yolculuğu da bir çeşit hicret saymışlardır (Reşîdüddîn-i Meybüdî, I, 58).

Kur'an'ı Kerim'deki âyetlere dayanarak hicretin bütün peygamberlerin hayatında yer aldığı söylenebilir; Hz. İbrâhim (el-Ankebût 29/26), Hz. İbrâhim’le beraber Filistin’e kadar bu hicrete katılan Hz. Lût (Hûd 11/80-81; el-Hicr 15/65), Hz. Şuayb (el-A‘râf 7/88), Hz. Mûsâ (Yûnus 10/90; Tâhâ 20/77-78; eş-Şuarâ 26/52-67) ve Hz. Peygamber ve kendisine inananlar da daha önceki peygamberler ve ümmetlerinin âkıbetine mâruz kaldılar.

Amcası Ebû Tâlib tarafından himaye edildiğinden kendisi bu tür eziyetlere uğramamakla beraber ashabının başına gelenlere son derece üzülen ve işkenceleri engellemeye de gücü yetmeyen Resûl-i Ekrem bir grup müslümanın Habeşistan’a gitmesine izin verdi. (Bunlar orada kalıcı olmadılar geri döndüler)

İslâm âlimleri bu devrede Medine’ye hicretin farz, daha sonra oradan ayrılmanın ise haram olduğu görüşüne varmışlardır. İslâmiyet güç kazanıp, müslümanların bulundukları bölgelerde kendilerine yapılan baskılar ortadan kalktıktan ve dinin esaslarını kolayca öğrenme imkânı doğduktan ve nihayet Mekke fethedildikten sonra hicret bir zorunluluk olmaktan çıkarılmıştır.

II- GAYRİMÜSLİM BİR TOPLUM İÇİNDE İSLAMİYET'İ KABUL EDENLERİN VEYA DÜŞMAN İSTİLASINA UĞRAYAN İSLAM ÜLKESİNDEKİ MÜSLÜMANLARIN HİCRET AÇISINDAN DURUMU:

Konuyu Kur'an ayetleri ve Peygamberimizin uygulamaları ışığında tartışan İslam alimleri, Mekke dönemine benzer şartların oluştuğu gayrimüslim bir ülkede bulunan Müslümanların veya yeni Müslüman olan kimselerin bulundukları yerde dini yaşama imkânı bulamıyorlarsa İslâm ülkesine göç etmelerinin farz olduğu, yaşlılar ve hastalar gibi göç etmeye güç yetiremeyenlerin bundan müstesna olduğu (Nisa 4/98, 99), öte yandan baskı ve zulüm bulunmadığı hâllerde ise ibadet etme, aile kurma, çocuklarına dini öğretme ve helal kazanç elde etme imkânı bulabiliyorlarsa orada kalabilecekleri söylenmiştir.

Hicret karşılaşılan güçlükler sebebiyle bir yerden diğerine göç etmek kadar, Allah’ın emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınma şeklindeki özüyle de önem kazanmaktadır. “Gerçek Müslüman, elinden ve dilinden bütün Müslümanların (insanların) emin olduğu kişidir. Gerçek muhacir de Allah’ın yasaklarından uzak duran kimsedir” (Buhârî, “Îmân”, 7; Müslim, “Îmân”, 71) mealindeki hadis, hicretin nihaî gayesini ve gerçek ruhunu ifade etmesi bakımından dikkat çekicidir.

Gayrimüslim bir ülkede bulunan Müslüman azınlıkların kendidinî ve kültürel kimliklerini koruyarak güven ve barış içinde yaşayacakları şartları oluşturmak, Müslüman ülkelerde bulunanların da İslâm’ı yaşama konusunda karşılaştıkları zorlukları aşmaya çalışmak şeklinde bir sorumluluğu bulunmaktadır.

Hicretin zorluklar karşısında pasif bir kaçış değil; İslâm’ı öğrenme, yaşamak için yeni imkânlar arama ve yeni şartlar oluşturma yolunda etkin bir çaba olması, onu maddi ve manevi mücadele anlamında cihat kavramıyla bütünleştirmektedir. 

Ameller niyete göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse hicreti Allah ve Resûlünedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir” (Buhârî, “Bed’ül-vahy”, 1) hadis-i şerifi ise bütün ibadet ve davranışlarda olduğu gibi hicretin de sadece Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapıldığı takdirde makbul olacağını vurgulamaktadır.”
TÜBİTAK ANSİKLOPEDİ (Prof. Dr. Casim Avcı)

III-HİCRET VE İSLAM TARİHİNDEKİ YERİ:

“Hicret” bir beldeden diğerine iş bulma veya daha iyi yaşam şartlarına kavuşma vb. gibi bir göç hareketi değildir. Zira Hz. Peygamber hicreti "göçebe olmayan (yerleşik) bir kimse için felaketlerin en büyüğü" olarak tavsif eder. (Nesai, Sünen, Bey’at, 12 (4172) c.7 s. 144)

Belki “Hicret”; dini yaşamak, yaşatmak, neşretmek ve yeni bir İslam topluluğu oluşturmak ve oluşan bu toplumu sayıca çoğaltarak koruma ve destekleme hareketidir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabını hem hicrete teşvik etmiş hem de hicret etmeyenler hakkında müeyyide getirmiştir. Bu sebeple de hicret "her inanan kimseye" FARZ” ilan edildi.

Hz. Peygamber (s.a.): "Bir müşrik, Müslüman olduktan sonra hicret edip müşriklerden ayrılmadıkça Allah onun hiçbir amelini kabul etmez" (Sanani, Subulu’s-Selam, 4/ 85) buyurdu. Bu hususu te'yid eden Kur'an-ı Kerim: "...İman edip de hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlara hiçbir şey ile velayetiniz yoktur..." der. (Enfal, 8/72)

Mekke’nin fethiyle birlikte Rasulullah Mekke ve havalisinden Medine'ye olan hicreti ilga etti. (Müslim, İmaret 20 (1863) c.2 s.1488; Nevevi, Şerhu Müslim, 13/ 8).

Ancak umumi manada hicret devam etmektedir. Zira Mekke Fethi'nden sonra, hicret, belli bir hâdise değil, bir kavramdır. Her an, her yerde ve her asırda kıyamete kadar baki kalacak bir mananın kavramsal ismi olmuştur. Öyle bir kavram ki, ferdî bazda, dini yaşayışı arama, umumi manada da, dini takviye ve kurtarma gibi iki mühim hakikati içinde barındırdığı için son derece övülerek, imandan sonra en faziletli amel derecesine yükseltilmiştir.. O dereceye ulaşmak ve ondan bir pay alabilmek için sahabeden bazıları araya şefaatçiler koymuşlardır. Fakat bu Peygamberimizce kabul edilmemiştir. "Hakiki muhacir, Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçan, onları terk eden kimsedir." (Buhari, Sahih, İman, 4 c.1 s. 8-9;). Diğer bir hadisinde "Hicret ikidir, biri kötülüklerden hicret, diğeri de Allah ve Resulü'ne hicrettir" buyurmuştur. (İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gabe, Daru’l-Fikr, Beyrut 1994, c. 4 s 47).

Aynı mana başka rivayetlerde daha farklı ifadelerle tebliğ ve te'yid edilmiştir: "Hakiki muhacir, hata ve günahları terk edendir." (8 İbnu Mace, Sünen, Fiten, 2 (3934) c.2 s. 1298).

"Hakiki muhacir, Allah'ın üzerine haram kıldığı şeyleri terk edendir" (Ebu Davud, Sünen, vitir, 12 (1449) c. 2 s. 146; Müsnedi İmam Ahmed, 3/ 412).

Hicret, herkes için her zamanda ve her mekanda mümkün ve vakidir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v. ) şöyle buyurmuşlardır: Füdeyk Ebu Beşir ez-Zebîdî (r.a.) Resulullah'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! İnsanlar zannediyorlar ki, hicret etmeyen helak olmuştur, (bu doğru mu?)" diye sorar. Resulullah şu cevabı verir: "Ey Füdeyk! Namazı kıl, zekatı ver, kötülüklerden hicret et, ondan sonra yeryüzünde de dilediğin yerde otur!". (İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gabe, Daru’l-Fıkr, Beyrut 1994, c.4 s 47).
(Tahir Tural-DİYK Üyesi)

IV-BİR FETVA:

Soru: Bir Müslümanın, Müslüman olmayan ülkede yaşaması caiz midir?

Cevap: Müslümanın, Müslüman olmayan ülkeye gidip orada yaşamasının câiz olması, İslâmî sorumluluklarını yerine getirmesi, gayri müslimlerin âdet ve alışkanlıklarından uzak kalması şartına bağlıdır.

Şayet bulunduğu yerde İslâmî örf ve ananelerini rahatça yaşıyor, ibadet ve mükellefiyetlerini kolayca yerine getiriyorsa, çevresine örnek oluyor, İslâm'ın güzelliğini gösteriyor demektir. Bu takdirde bulunduğu yerde kalması, örnek hayatını devam ettirmesi câizdir.

V. İSLAM HUKUKU BAKIMINDAN GAYRİMÜSLİM ÜLKELERE HİCRET :

Mekke’nin fethiyle Arap Yarımadası’nda tam bir hakimiyet kuran Müslümanlar için artık hicret bir zorunluluk olmaktan çıkmıştır. Bundan sonra hicret, dâru’l-harbda bulunan ve çıkmaya gücü yeten Müslümanların oradan ayrılarak dâru’l-İslama göçmeleri şeklinde anlaşılmıştır. Bu anlamda hicretin kıyamete kadar devam edeceği konusunda ulema ittifak etmiştir. (el-Mevsuatü’l-fıkhiyye (mv.f.), “Hicret” md., XLII, 184; Ahmet Özel, “Hicret”, TDV İslam Ansiklopedisi, (DİA), XVII, 464.).

Dolayısıyla bulundukları yerde inançlarını açığa vuramayanların, dinin emirlerini gereği gibi ifa edemeyenlerin bütün bunları yapabileceği bir yerin bulunması durumunda güç yetirebiliyorsa oraya hicret etmeleri farzdır. Güç yetirebildikleri halde bulundukları yerde kalmaları ise haramdır. “İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar sizin onlara hiçbir şeyle velâyetiniz yoktur.” (Enfâl 8/72) mealindeki ayetle, imkânları olduğu halde hicret etmeyenleri kınayan "Allah’ın arzı geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya!" (Nisa 4/97) ayeti buna işaret etmektedir. Diğer taraftan “gücü yetenlerin farzları yerine getirmeleri bir zorunluluk olmakla birlikte farzların kendisiyle tamamlanabileceği şeyler de farzdır.” (Ebu Hamid Huccetülislam Muhammed b. Muhammed Gazzalî, el-Müstasfa min ilmi’l-usul, Beyrut: Dâru’n-nefais, 2011, I, 204) kaidesi gereği bulunduğu yerde farzları yerine getirmeyen kimse için bu imkânın olduğu yere hicret etmek farz olur.

Hicretin gayesini dikkate alarak gayrimüslim ülkelere hicreti meşru kılabilecek sebepleri şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Gayrimüslim ülkelere hicreti mubah kılabilecek durumların başında zaruretler gelir. Dini, canı, malı, nesli ve aklı koruma gibi zaruri veya zaruret menzilesinde sayılabilecek hâcî maslahatlar söz konusu olduğunda bir Müslüman, Müslümanlarla fiili harp halinde bulunmayan küfür diyarına gidebilir. Bu gibi durumlarda “Zaruretler kendi miktarınca taktir olunur.” (Mecelle-i Ahkâmi Adliyye, haz. Ali Himmet Berki, Hikmet Yayınları, İstanbul, 1982, md., 21) külli kaidesinin önemli bir sınırlandırıcı ilke olduğu gözden ırak tutulmamalıdır. Ayrıca böyle bir hicretin meşruiyeti “Bir özür için caiz olan şey, o özrün zevaliyle bâtıl olur.” (Mecelle, md., 23) ilkesi gereği zorunlu durumların varlığıyla sınırlıdır. Bu zorunlu durumların başında Ebu Hanife’nin de hicret için işaret ettiği “güven ve emniyet” durumunun kalmaması gelmektedir. Nitekim bulunduğu ülkede, baskı ve zulüm sebebiyle canı, malı ve dini hayatı tehdit altında olan kişi için hicretin bir zorunluluk olduğu aşikârdır.

2. Birinci maddede belirtilen gerekçenin devamı olarak zorunlu durumlarda gayrimüslim bir ülkeye gitmenin meşruiyeti gidecek başka bir İslam ülkesinin bulunmamasına bağlıdır.

3. Gayrimüslim bir ülkeye hicreti meşru kılacak en önemli sebeplerden biri de İslâm’ı tebliğ etmek olsa gerekir. Ama bu görevin yapılabileceğinden emin olunmalıdır.

4. Her ne kadar tam olarak ne kastedildiği fukaha tarafından ifade edilmemiş olsa da “dinin izhar edilmesi” küfür diyarına göçün veya orada ikametin meşru bir gerekçesi olabilir. Zira dinin izhar edilmesinden sadece namaz ve oruç gibi ibadetlerin serbestçe yapılabilmesi anlaşılabileceği gibi ezanın okunması ve namazın cemaatle kılınması ya da daha geniş manada İslam hukukunun uygulanması da anlaşılabilir. (Bkz. Arangül, “Gayrimüslim Hâkimiyeti Altında Yaşamanın Fıkhî Açıdan İmkânı Üzerine”, s. 451-452.)

5. Müslüman toplumların kalkınmasını sağlamak amacıyla modern bilim ve teknolojiyi öğrenip İslam ülkesine taşımak için bu ülkelere gitmenin yalnızca mubah değil bütün ümmetin maslahatı için aynı zamanda gerekli olduğu da açık bir gerçektir. Ancak böyle durumlarda “Zarar-ı ammı def için zarar-ı has ihtiyar olunur.” (Yani: Genel zararı önlemek için özel zarara katlanmak tercih edilir(Mecelle, md., 26) ve “Zarar-ı eşed zarar-ı ehaf ile izâle olunur.” (Yani: Bir zarar, derece olarak daha hafif olan zarar ile giderilir.(Mecelle, md., 27) kaideleri dikkate alınmalı ve maslahatın varlığından ve mefsedete (bozulmaya sebebiyet veren, fesat ve zarar içeren) göre daha baskın olduğundan emin olunmalıdır.

6. Dinî, siyasî ve askerî birtakım maslahatları sağlamak, ticarî ilişkileri geliştirmek, iş ve çalışma imkânları bulmak da böyle bir hicretin meşru gerekçesi olabilir. (Selkînî, el-Hicretü ve ahkâmuha, s. 192-193.)

7. Hicret eden kişi, kendisinin ve beraberindeki aile efradının gittiği yerde fitneye düşme, gayrimüslimlerin inanç ve adetlerinden etkilenme, itikadının ve ahlakının bozulması gibi tehlikelerden emin olmalıdır. (Selkînî, el-Hicretü ve ahkâmuha, s. 192-194-195.).

Nihayetinde bütün bu gerekçeleri bir hicret sebebi kılacak unsurun ise kişinin niyeti olduğu da unutulmamalıdır. Yani her ne gerekçeyle hicret etmiş olursa olsun kişi bu durumun geçici olduğunu bilmelidir. Çünkü asıl olanın kişinin kendi vatanında Müslümanlarla birlikte yaşamasıdır.
(Dr.Ahmet EKŞİ):

Konuya ilişkin aşağıda başlıkları verilenler ile diğer yazılarımız https://alinural.blogspot.com/ 
blog adresindedir.
1.Göç, göçmen, sürgün, mülteci, muhacir...230423
2.Sürgün-1864 (Özür, Tazminat ve Hakların İadesi) 270522
3.Göçün geride bıraktıkları! 050721
4.Sürgün (Kafkas) sonrası analizi ve yapılabilecekler 2015-2016



2 yorum:

  1. "Ben Müşrikler Arasında Yaşayan Her Müslümandan Uzağım" Hadîsi Üzerine Bir Tetkik-Aynur URALER* https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/910680

    YanıtlaSil
  2. Bir adam hicret etmek istediğini, ancak bakıma muhtaç olan anne ve babasının onun bu isteği karşısında üzülüp ağladıklarını söyledi. ALLAH Rasûlü (sa) kendisine, "Evine dön ve onları ağlattığın gibi, güldür." buyurdu. (Ebu Dâvûd, Nesaî, İbnu Mâce, Hâkim) (İhya)

    YanıtlaSil

TRUMP’ın Sözde Gazze Barış Planı (!) 290925:

Trump'ın 29 eylül 2025 günü açıkladığı Gazze'deki barış için açıkladığı süreç barış planından ziyade tehditler içeren, adil olmayan,...